yetersizlik

Sessizlik bazen bir durum değil, bir iç iklimdir. İnsan sustuğu için yalnız hissetmez; yalnız hissettiği için susar. Ve bu susuş, zamanla bir dil hâline gelir. Kimseyle paylaşılmayan ama sürekli kendine konuşan bir dil.

Yetersizlik duygusu çoğu zaman bir düşünce değil, bedensel bir histir. Göğüste ağırlık, midede kasılma, omuzlarda istemsiz bir çöküş… İnsan “yetersizim” diye düşünmeden önce, bunu zaten hisseder. Zihin sonra gelir ve bu hissi gerekçelendirecek kanıtlar arar. Sessizlik, bulunabilecek en kolay kanıttır.

Değerlilik algısı, insanın kendine sorduğu bir soruyla başlar ama cevabını çoğunlukla başkalarından bekler: Ben önemli miyim? Cevap gelmediğinde soru değişir: Neyim eksik? İşte kırılma burada olur. Çünkü eksiklik duygusu bir kez yerleşti mi, insan her boşluğu kendi aleyhine yorumlar. Kimsenin yazmaması unutulmak olur, kimsenin sormaması gereksiz olmak. Sessizlik artık tarafsız değildir; suçlayıcıdır.

Psikolojik olarak sessizlik, zihnin en savunmasız olduğu alandır. Dış uyaranlar azaldıkça iç sesler yükselir. Ve o sesler çoğu zaman şefkatli değildir. Çünkü yetersizlik duygusu eleştirel bir iç figürle birlikte gelir. Sürekli tetikte olan, kusur arayan, “daha iyi olmalıydın” diyen bir ses. Bu ses genellikle geçmişten mirastır. Bir zamanlar görülmeyen, duyulmayan, yeterince karşılık bulmayan benliğin içselleşmiş yankısıdır.

Değersizlik hissi çoğu zaman pasiftir. İnsan isyan etmez; silinir. Daha az yer kaplar, daha az talep eder, daha az hisseder. Bu bir tür psikolojik küçülmedir. Görünmez olmanın, yeniden reddedilmekten daha az acıttığına inanılır. Sessizlik burada bir korunma mekanizmasına dönüşür: “Beni fark etmezlerse, incitemezler.”

Ama bu korunmanın bedeli ağırdır. İnsan sadece başkalarına değil, kendine de ulaşamaz hâle gelir. Duygular bastırılmaz; askıya alınır. Ne tam üzülür ne tam sevinir. Çünkü yoğun hissetmek risklidir. Yetersizlik duygusu, insanı sadece başkalarından değil, kendi derinliğinden de uzaklaştırır.

En zor kısım şudur: İnsan zamanla sessizliği seçtiğini zanneder, oysa sessizlik onu seçmiştir. Değersizlik duygusu aktif bir düşünce olmaktan çıkar, kimliğin parçası olur. Artık “kendimi yetersiz hissediyorum” denmez; ben buyum denir. Ve kimlik hâline gelen her şey, sorgulanmadan kabul edilir.

İyileşme çoğu zaman sessizliği ortadan kaldırmakla değil, onun anlamını çözmekle başlar. Her sessizliğin reddedilme olmadığını ayırt edebilmekle. Her görülmeyişin değersizlik kanıtı olmadığını, her yetersizlik hissinin bugüne ait olmadığını fark edebilmekle.

Ama bu fark ediş romantik değildir. Rahatlatıcı da değildir. Çünkü insan ilk kez şunu kabul etmek zorunda kalır: Kendine yönelttiği en sert yargıların çoğu, başkalarının sesi değildir artık. Kendi iç sesi olmuştur.

Ve belki de en derin dönüşüm burada başlar. Sessizliği doldurmaya çalışmayı bıraktığında… Onu hemen anlamlandırmak yerine, onunla kalabildiğinde… Değer ilk kez dışarıdan değil, içeriden inşa edilmeye başlar.

Yetersizlik hâlâ ara sıra konuşur. Sessizlik hâlâ gelir. Ama artık her gelişinde aynı güce sahip değildir. Çünkü insan ilk kez, suskunluğunu bir kanıt değil, bir alan olarak görmeye başlar.