about img

İnsan çoğu zaman istemez; hak sanır. İstemek kırılgandır, hak sanmak ise emindir. Bu yüzden benlik, arzunun taşıdığı belirsizliğe dayanamadığında onu ahlaki bir kesinliğe dönüştürür. “İstiyorum” demek yerine “olması gerekir” denir. İşte ilişki tam da burada, görünmez bir eşikten geçer: arzunun alanından, talebin iktidarına.

Adı konmayan talepler bu eşikte doğar. Söylenmezler ama beklenirler. Dile gelmedikleri için masum görünürler; oysa en bağlayıcı olanlar da onlardır. Çünkü karşı taraf, bilmediği bir sınavdan geçmek zorunda kalır. Başarısızlık, ihmalden değil; davetin hiç yapılmamış olmasındandır. Hayal kırıklığı böylece bir iletişim sorunu olmaktan çıkar, varoluşsal bir suçlamaya dönüşür.

İstemek, psikolojik olarak en çıplak hâldir. İsteyen kişi bilir ki reddedilebilir. Bu bilginin ağırlığı, benliği sınar. Hak sanan ise reddi tanımaz; karşılanmayan her durumda kendini eksik değil, haksızlığa uğramış hisseder. Bu noktada ilişki, iki öznenin teması olmaktan çıkar; biri talep eden, diğeri borçlu olan bir düzene evrilir.

Yakınlık bu düzeni taşımaz. Çünkü yakınlık, borç değil karşılıklılık ister. Adı konmayan talepler ise yakınlığı sessizce aşındırır. İnsan, kendisine söylenmeyeni yerine getiremediği için suçluluk hisseder; suçluluk arttıkça mesafe büyür. Böylece beklenti, sevgi adına kurulmuş bir kontrol mekanizmasına dönüşür.

Belki de en zor olan şudur: Kendi arzularımızla yüzleşmek. Onları hak sanmadan, talebe dönüştürmeden, olduğu hâliyle sahiplenebilmek. İstemek, karşı tarafın özgürlüğünü kabul etmeyi gerektirir. Hak sanmak ise o özgürlüğü tehdit eder. İlişkilerin çoğu sevilmediği için değil, özgür bırakılmadığı için çözülür.

İstemek cesaret ister. Hak sanmak konforludur. Adı konmayan talepler ise bu konforun bedelidir. Ve insan, çoğu zaman bu bedeli yakınlıkla değil, yalnızlıkla öder.