Anneden Alınamayan Sevgi, Öfke ve Tüm Kadınlara Yöneltilen İntikam: Otto Kernberg ve James Masterson Kuramları Bağlamında Bir İnceleme
Erken çocukluk döneminde anneyle kurulan ilişki, bireyin nesne ilişkileri dünyasının temelini oluşturur. Annenin tutarlı bir sevgi, bakım ve kabul sunamaması, çocuğun benlik bütünlüğünü ve nesne sürekliliğini zedeler. Bu durum, ilerleyen yaşlarda öfke, değersizlik, terk edilme korkusu ve bu duygulara karşı geliştirilen savunma mekanizmalarıyla kendini gösterir. Özellikle bazı bireylerde bu eksiklik, “tüm kadınlardan intikam alma” veya “sevilmemişliğin bedelini ödetme” yönünde bir bilinçdışı motivasyona dönüşür.
Bu makale, söz konusu dinamiği Otto Kernberg’in nesne ilişkileri kuramı ve James F. Masterson’ın kişilik bozuklukları modeline dayanarak açıklamayı amaçlamaktadır.
Otto Kernberg: Sınırda Kişilik Örgütlenmesi ve İlkel Nesne İlişkileri
Kernberg’e göre kişilik gelişimi, “benlik” ve “nesne” temsillerinin bütünleşmesiyle olgunlaşır. Ancak erken dönemde anne sevgisinin tutarsız, soğuk veya reddedici olması, bu temsillerin “iyi” ve “kötü” olarak yarılmasına (splitting) yol açar.
• İyi anne: Çocuğun doyum aldığı, sevgi ve sıcaklıkla ilişkilendirdiği imgedir.
• Kötü anne: Reddedici, cezalandırıcı ya da ihmal edici imgedir.
Bu iki temsil bütünleşemediğinde çocuk, “iyi”yi idealize ederken “kötü”ye karşı yoğun öfke ve nefret duyguları besler. Bu ilkel öfke, erişkinlikte kadınlara (veya sevgi nesnelerine) karşı sadistik ya da intikamcı davranışlara dönüşebilir.
Kernberg bu durumda bireyin sevgi ve nefret kutupları arasında gidip geldiğini, gerçek bir nesne sürekliliği kuramadığını belirtir. Sevgi gösteren kadın “iyi nesne” olarak idealleştirilir; ancak en küçük bir hayal kırıklığında “kötü nesneye” dönüşür ve bireyin içindeki bastırılmış öfke patlar. Bu nedenle, terk etme veya “bedel ödetme” davranışı, aslında kendi içindeki kötü anne imgesine yöneltilmiş bir saldırının dışavurumudur.
Masterson: Terk Depresyonu ve Gerçek Benliğin Bastırılması
Masterson, özellikle sınır ve narsisistik kişilik bozukluklarında “terk depresyonu” kavramını geliştirmiştir. Bu kavrama göre, çocuk annesinin sevgisini kaybetmemek için gerçek benliğini bastırır ve onun beklentilerine göre “uyumlu bir sahte benlik” oluşturur. Ancak bu süreçte birey kendi duygusal ihtiyaçlarını inkâr eder.
Annenin sevgisi koşulluysa (“iyi olursan seni severim” tarzında), çocuk için sevgi kaybı benliğin kaybı ile eşdeğer hale gelir. Bu yüzden yetişkinlikte yaşanan her reddedilme, ilk terk edilmenin yeniden yaşanması anlamına gelir.
Bu durumda birey:
• Sevilmemişliğin acısını bastırmak için büyüklük fantezilerine sığınabilir (narsisistik savunma).
• Terk edilme korkusunu kontrol edebilmek için partnerini terk eden veya duygusal olarak cezalandıran bir konuma geçebilir.
• Böylece, terk edilmeden önce “terk eden” olur; bu da intikamın ve kontrolün birleştiği bir savunmadır.
Masterson’a göre bu döngü, “gerçek benliğe ulaşma” çabasını engeller; birey sahte gücüyle sevgisizliği telafi etmeye çalışır.
Kadınlara Yöneltilen İntikamın Dinamiği
Anneden alınamayan sevginin ardından gelişen öfke, yalnızca anneye değil, onun temsil ettiği tüm kadın figürlerine yönelir. Bu noktada birey, bilinçdışı düzeyde şu inancı taşır:
“Kadınlar sevilmeye değmez, çünkü beni sevmediler.”
Bu inanç hem bir savunmadır hem de bir yeniden-en-yaşama (re-enactment) biçimidir. Kişi, geçmişte anneyle çözülememiş çatışmayı her yeni kadınla yeniden kurar. Kadını idealleştirir, ardından değersizleştirir ve sonunda terk eder — böylece kendi pasif kurban konumundan aktif fail konumuna geçer.
Kernberg’in terimleriyle bu, sadistik kontrolün bir biçimidir; Masterson açısından ise terk depresyonuna karşı sahte benliğin özerklik mücadelesidir.
Sonuç
Anneden alınamayan sevgi, bireyin benlik bütünlüğünde derin bir yarılma yaratır. Bu yarılma, hem sevgiye özlem hem de sevgiye duyulan nefret olarak yaşanır. Otto Kernberg’in nesne ilişkileri kuramı, bu öfkenin ilkel nesne temsillerinin bölünmesinden kaynaklandığını; James Masterson ise bunun terk depresyonuna karşı geliştirilen savunmalarla sürdürüldüğünü vurgular.
Tüm kadınlara yöneltilen intikam, aslında annenin sevgisizliğine karşı duyulan yıkıcı özlemin ve kendilik onarımının bir biçimidir. Bu döngü ancak kişi kendi içindeki “terk edilmiş çocuk”la yüzleştiğinde ve sevgi ile öfkeyi bütünleştirebildiğinde son bulabilir.


